Perşembe, Temmuz 31, 2008

Yeni kitaplar


İki yeni kitap. İkisi de öyle özenle hazırlanmış, sevgiyle yazılmış ki!
Tijen İnaltong yazmış.
Ama siz okurken sanki onunla tatlı bir muhabbettesiniz.
Eski bir dostla karşılaşmış, heyecanla oturulmuş, eskilerden bahsetmeye başlamışsınız.
Sohbete sıcak bir çay ya da kokusu üzerinde bir kahve eşlik ediyor.
Sevgili Tijen öyle güzel yazar ki onun yazılarını okuduğunuz da sizde orada olmak, sade bir hayat sürmek, yemeklerden tatmak istersiniz.
Çocukluğunuza ait detaylar aklınıza gelir aniden.
Büyüklerin gündelik hayatta hep yaptığı ama sizin farkında olmadan kayıt altına aldığınız şeyler.
Vita teneke kutularında yetişen sardunyalar ya da tesadüfen gördüğünüz çocukluğunuzun lezzeti alıçlar gibi heyecanladırır sizi.
Pazarları hep severim.
Bol yeşillik, taze sebzeler, meyveler.
O kargaşa, koşturmaca.
Satıcıların çığırtganlığı.
Büyük şehirlerde artık vakit kalmıyor pazara gitmeye.
Bu yüzden de manavların, marketlerin tezgahlarında en tazesini bulma yarışındayız.
Oysa Tijen ' in yazılarını okuyunca, hele de onun pazar hikayelerini dinleyince hemen en yakın pazara gitmek isteyeceksiniz.
En yeni, en taze kitabı '' Turunç kokulu düşler '' işte tam da böyle güzel pazarları anlatıyor bize.
Yıllarca her Burhaniye ' ye gittiğimiz de pazarına gider, Ege' nin yeşilliklerine orada dokunur koklardım.
Tijen ' de hep anlattı zaten Burhaniye pazarını.
Bu kitapsa bize Antalya' yı anlatıyor.
Tabii yazarın gözünden bambaşka.
Antalya' yı sıcağından dolayı hiç sevmem.
Ama Tijen onu bize bir anlatıyor ki siz de baharda orada olmak isteyeceksiniz.
Üstelik kitabın için de birbirinden güzel tarifler var.
Yani sadece yemek kitabı değil bu.
Ya da sadece anılar da yer almıyor.
Hayatın ta kendisi.
'' Cıvıltılarıyla uyandığım kuşlar, sokağa adım atar atmaz karşıma çıkan Akdeniz, içimi sevinçle dolduran çiçekler, ağaçlar, meyveler... Antalya' da en çok bunları seviyorum. Başka neler sevdiğimi öğrenmek istiyorsanız onlar da kitabın sayfaları arasında gizli. Bir güzel çay demleyin ya da evde demlemeyi boş verin , şöyle güzel manzaralı ve sakince bir çay bahçesine gidin, başlayın okumaya. İçiniz biraz ferahlar , yüzünüze derin bir gülümseme yerleşirse sayfaları karıştırırken, biraz iştahınız açılırsa ya da ah şimdi Antalya ' da olsam , dedirtebilirsem size, amacıma ulaşmış olurum. Tabii bir de benim Antalya' mı tanıtabildiysem, görevim tamamlanmış demektir '' diyor kitabının tanıtım yazısında.
Gelelim ikinci kitaba,
aslında ilkönce o çıktı bu yaz.
'' Mutfaklardan taşan öyküler '' ise içinde birbirinden güzel öyküler barındırıyor mutfağa dair, yemeğe dair.
Kemah' tan Bozcaada' ya, Tokat' tan Kastamonu' ya, Niğde' den Burdur'a kadar pekçok yer var öykülerde.
Yeni eski mutfaklar, öyküleri, insanlarıyla sizi alıp götürüyor.
Diyorsunuz ki birgün yolum düşerse ben de oralara gitmeliyim, bu tatları denemeliyim.
Herbiri çok emek ve sabırla yazılmış iki kitap.
Üstelik bukadar üretken bir yazarın elinden çıkmış.
Ne diyeyim bize de alıp okumak düşüyor, teşekkürlerimizi sunarak.

Pazartesi, Temmuz 28, 2008

Minik eller mutfakta


Haftasonu etkinliklerimiz:
Küçük eller mutfakta!
Artık ben nezaman mutfağa girsem ben de yardım edicem diye yanımda bitiveriyorsun.
Sofra hazırlanırken, eğer seni çağırmamışsak dudaklarını büzüp geliyorsun ben de kaşık, çatal götürücem diye.
Çekmeceyi açıp herkese kaşık çatal seçiyorsun.
Onları tam da sofrada kim nereye oturuyorsa oraya yerleştirip, peçeteleri getiriyorsun.
Bu iş artık senin görevin olup çıktı.
İçeride oynarken birden gelip '' anne mis gibi kokular geldi burnuma '' diye yüzündeki hınzır ifadeyle mutfağa giriyorsun.
Hani beni neden çağırmadın ya da ben ne yapsam acaba diye.
Salatayı ben doğruyorum sen tabağa yerleştiriyorsun.
Kaynayan suya makarnaları beraber atıyoruz.
Pişmiş mi diye mutlaka sen de bakmak istiyorsun.
Senin de bir tahta kaşığın var karıştırmak için.
Damak zevkin ve koku alma duygun çok gelişmiş.
Seni kandırmak neredeyse imkansız.
Pasta kurabiye yaparken unu sen eliyorsun.
Henüz yumurtalara dokunmana izin yok.
Beraber kurabiyeleri yuvarlak yapıyoruz.
Gündüz babaannenle izlediğin yemek programlarını akşam bana anlatıyorsun.
'' 2 bardak un, biraz tuz katıp karıştırıyoruz anne''
Babaannen tarifleri yazarken ille de kalemi sen alacaksın,
'' öyle değil babanne bak böyle yazılır '' diyeceksin
'' hem unu da yazmayı unuttun ''
İstemediğin ya da kokusunu beğenmediğin birşeyi asla yemezsin.
Yumuşak şeyleri sevmezsin.
Ama karpuzu kollarından akıtarak yemeyi,
portakalı tekerlek gibi kesilmiş yemeyi seversin.
Elmaya tarçın dökerek,
çileği pudra şekerine batırarak yemeyi tercih edersin.
Kavunu sevmezsin hatta beyaz karpuz bu dersin.
Haftasonları omlet yemeyi,
makarnalardan spagettiyi seversin ama salçalı.
Köfte yuvarlak olsa,
süt soğuk olsa,
pohaça sıcak,
elma yeşil ve eksi.
pilav da üstünde tavukla.
Tüm bunlardan anlaşıldığı gibi her yemeği sevmezsin.
Ama yediğin zamanda ellerinle tadını çıkararak yersin.
Eminim büyüyünce iyi bir aşçı ve gurme olacaksın,
şimdinin minik aşçısı.

Perşembe, Temmuz 24, 2008

Oyuncak


Hava inanılmaz sıcak.
Üstelik klima olmayan bir işyeriniz varsa bu daha da çekilmez oluyor.
Herkes koridorda dolaşıp duruyor.
Çalışmak gerçekten de çok zor.
Öğlen eve giderken ağaçların gölge yaptığı kısımlardan yürümeye çalıştım.
Ama resmen sokaktaki asfaltlar erimiş.
Dışarıda hiçkimse yok.
Hatta kedi ve köpekler bile görünmüyor.
Eve gittiğim de Neva babaannesiyle dolabını düzeltmişti.
Artık pek yüzüne bakmadığı yapbozlar sıralanmış,
oyuncaklar düzenlenmiş.
Hatta dolap içlerinde olanlar bu sefer dışarı çıkmış.
Artık gözümüzün önündeler.
Amcası hasta biraz Neva ' nın.
Bugün evde.
O da küçük hasta bakıcı olarak onunla beraber çorba içmiş.
Kocaman bir bardak dolusu suyu amcasına götürmeye çalışıyordu.
Amcasının başından ayrılmıyor.
Bir koltuğa o uzanmış bir koltuğa Neva.
Bugün çok akıllı, uslu ve şirin kız edalarında.
Bahçede ki çiçekler, ağaçlar susuz.
Neva ençok girişte ki gülün solmasına üzüldü.
Ama Mustafa abisi söz verdi,
onun için tam girişe Neva 'nın istediği yere bir gül dikecek.

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

Şeker


Hergece yatmadan önce konuşuyoruz bizi mutlu eden anlar, yaptığımız yanlışlar.
Birbir söylüyorsun tüm yaptıklarını.
Önce yanlışlar.
Bizi neden mutsuz ettikleri.
Demek ki diyorum bunların yanlış olduklarını bile bile yapıyorsun.
Çekmeceleri karıştırdığında, tüm kremi yüzüne sürdüğünde,
benim kolyem için dakikalarca ağladığında.
Sonra gelip bir '' özür dilerim annecim '' demen, o ses tonunu inceltip boynunu
hafif yana eğmen hepsi bilerek.
Numaradan ağladığın zamanlarda yok değil.
İnsan nasıl ağlarken birden gülebilir, ya da ağladığını unutup oyuncaklarının derdine düşebilir!
Bu aralar daha bir büyüdün, kelime hazinen o kadar gelişti ki hiç olmadık zamanda söylediğin bir kelimeyle şaşırıp babanla birbirimize bakakalıyoruz.
Tokaları hiç sevmiyorsun, oysa eskiden hep takardık.
Koca bir kutu tokan var.
Onları takmak yerine yatağına dizip oynamayı seviyorsun.
Saçlar hep böyle salkım saçak olacak.
Bale yapmaya bayılıyorsun.
Parmak uçlarında yüründüğünü nerden biliyorsun sen!
Sorduğum da '' cimmastikte '' diyorsun ama nezaman gittin biz bile bilmiyoruz:)
Parmak uçlarında yürümeye çalışıyorsun.
Ufff çok sıcak oldum diyerek şapkanı takıyorsun hani şapka bizi güneşten korur ya!
Sıcaktan da korumalı.
Sana göre ciddi işler yaptığın da kesinlikle gülmemeliyiz.
Çok bozuluyorsun.
Dans konusu çok ciddi iş mesela.
Banyo yapmayı seviyorsun ama yüzüne su değmeyecek nasıl olacaksa:)
Ağlarken bazen '' ben napıcamm '' diyorsun ki dudaklarımı ısırarak içimden gülüyorum.
Dün akşam da banyo yaptık.
Saçlarını kuruttuk, pijamalarını giyindik.
Tam yatmaya hazırlanırken aklına şekerin geldi.
Sonra bana binbir çeşit poz verdin.
Hani şu başını bir yana eğdiğin.
Sanki fotograf çekilirken başımızı eğmemiz gerek!
Sonra birbirimize sarılıp uyuduk,
Sen şekerden daha tatlıydın yine.

Salı, Temmuz 22, 2008

Döndük


Bu sefer uzun bir ara oldu.
Sağlık sorunları, tatsızlıklar derken bu sefer de blogcuya giremez oldum.
Sürekli bakım çalışması olması beni çileden çıkardı artık.
Sonra taşınmaya karar verdim blogcudan.
Ama biraz daha beklemeyi uygun buldum.
Ne de olsa ilk göz ağrım.
3 yıllık bir emeğim var.
Başka bir yerde tekrar herşeye alışmak, yeni bir düzen kurmaktansa
beklemeyi uygun buldum.
Hala sorunlar var blogcu da.
İki gündür resim yükleyemiyorum ama basitçe kendime göre bir yol buldum.
Şimdilik bununla idare edeceğim.
Bu arada dönüp dönüp bloguma geldim.
Yaptıklarıma emeklerime üzüldüm, gönlüm el vermedi onları bırakıp gitmeye.
Hem sayfayı bu hale getirmek içinde kendimce çok emek verdim.
Sonuçta web tasarımcısı değilim, deneme yanılma biraz da çalışmayla sayfam bu günlere
geldi.
Umarım bundan sonra benim için de yeni bir başlangıç olur.
Tekrar düzenli yazacak enerjiyi bulurum.
Yazamadığım süre içinde Neva biraz daha büyüdü.
Şu günlerde de nedendir bilinmez, belki de 3 yaş sendromu huysuz bir kız olup çıktı.
Birden herşey yolundayken sebepsiz yere ağlamalar, akıtılan gözyaşları.
Ne yapacağımızı şaşırıyoruz çoğu zaman.
Herşeyi ben bilirim, ben yaparım edaları.
Dün akşam artık dedim ki '' sen de Lola gibisin
herşeyi kendi başına yapacağını sanıyorsun''
Belki de sıcaklar bilemiyorum.
Sıcak ve kuru Ankara' da bir yandan projeleri bitirmeye çalışıyorum bir yandan tatil hayalleri kuruyorum.
Tek istediğim bir ağacın dibinde uzanmak, mayışmak, kitap okumak, uyumak.
Neva' nın mayosunu aylar öncesinden hazırladık.
Ama bu sene evdeki hesap çarşıya uymadı.
Yine de izin alınca birşeyler yapmayı düşünüyoruz.
Çok güzel kitaplar okudum, yeni kitaplar aldım.
Yatağımın yanındaki komidinin üzeri okunan ve okunacak olan kitaplarla dolu.
Onları orada görmeyi seviyorum.
Temmmuz ayı düğün ayı.
Neredeyse her haftasonu bir düğüne, nikaha gittik.
Her seferinde de Neva '' anne benim düğünüme mi gidiyoruz '' diye sevinçle soruyor.
Daha vakit var bebeğim.
Ne olur sen o kadar hızlı büyüme,
herşey zaten çok çabuk değişiyor...